İçeriğe geç

Her günahkâr fâsık mıdır ?

Güç, Ahlak ve Toplum: Her Günahkâr Fâsık mıdır?

Bir siyaset bilimci olarak beni her zaman büyüleyen şey, ahlak ile iktidar arasındaki ince çizgidir. Toplumlar, düzenlerini korumak için yalnızca yasalarla değil, aynı zamanda ahlaki kodlarla da yönetilir. Bu yüzden “günah” kavramı sadece dini bir mesele değildir; siyasal bir araçtır.

Peki, her günahkâr fâsık mıdır? Başka bir deyişle, her ahlaki sapma aynı zamanda toplumsal düzenin bozulması mıdır? Bu sorunun cevabı, birey ile iktidar arasındaki görünmez sözleşmede gizlidir.

1. Fısk ve Günahın Siyasal Yüzü

İslam siyaset düşüncesinde “fâsık”, sadece günah işleyen kişi değildir; aynı zamanda adaletin ve güvenin dışına çıkan bireydir. Bu nedenle fısk, hem ahlaki hem de siyasal bir konumdur.

Bir bireyin günahı, eğer toplumsal düzeni tehdit etmiyorsa genellikle özel bir mesele olarak görülür; ama eğer düzenin sembollerine —örneğin din, hukuk, aile— karşı geliyorsa, o zaman bu eylem siyasal sapma haline gelir.

Fısk böylece bir inanç ihlalinden çok, bir düzen ihlali halini alır. Devletin ya da kurumların ahlaki otoritesi, bireyin davranışlarını “günah” üzerinden tanımlayarak kontrol eder. Bu, modern siyasetin de en eski stratejisidir: Ahlakı siyasallaştırmak.

2. Günahın Kurumsallaşması: Ahlakın Devlet Eliyle Denetimi

Toplumda ahlakın korunması, tarih boyunca iktidarın meşruiyet araçlarından biri olmuştur.

Devletler, dini kurumlarla iş birliği yaparak vatandaşın davranışlarını yalnızca yasal değil, ahlaki kurallar aracılığıyla da düzenlemiştir.

Böylece “günahkâr” kavramı, bireysel bir etik yargı olmaktan çıkar; kamusal bir kimliğe dönüşür.

Modern toplumlarda bu denetim, artık dinî değil; medya, eğitim ve hukuk gibi ideolojik aygıtlar üzerinden işler. Ahlaki “yanlış”, politik bir “sapma”ya dönüşür.

Bu durumda soralım: Bir politikacının yolsuzluğu mu, bir vatandaşın özel hayatı mı daha büyük günah sayılır? Kim karar verir, kimin günahı sistem için tehlikelidir?

3. Fâsıklık ve İktidar İlişkisi

Fâsıklık, yalnızca inançtan sapma değil, iktidara karşı gelme biçimi olarak da okunabilir.

Tarih boyunca her rejim, kendi normlarına karşı geleni “ahlaksız”, “dinsiz” ya da “fâsık” olarak damgalamıştır. Bu durum, günahın yalnızca Tanrı’yla değil, devletle de bir hesaplaşma alanı olduğunu gösterir.

Foucault’nun “iktidarın mikro alanları” dediği bu düzenek, bireyin davranışlarını sürekli gözetim altında tutar. Bir bireyin yaşam tarzı, kıyafeti, inancı veya suskunluğu bile siyasal bir pozisyon haline gelir. Günah artık kişisel değildir; sistemin kabul ettiği sınırların dışında kalmak anlamına gelir.

4. Erkek ve Kadın Perspektifinden Ahlak

Siyasal kültürlerde ahlakın toplumsal cinsiyet boyutu göz ardı edilemez.

Erkekler genellikle stratejik ve güç odaklı bir etik anlayışı benimser: Otoriteyi korumak, düzeni sürdürmek, statüyü güçlendirmek.

Kadınlar ise tarihsel olarak dışlandıkları kurumsal alanların yerine, demokratik katılım ve toplumsal etkileşim odaklı bir ahlaki yaklaşım geliştirmiştir.

Bu fark, “fısk” kavramına da yansır. Erkeklerin ihlalleri çoğu zaman “politik hata” olarak görülürken, kadınlarınkiler “ahlaki yozlaşma” olarak damgalanır.

Bu durum, iktidarın cinsiyetli yapısını gözler önüne serer: Günah bile erkeklik üzerinden meşrulaştırılır, kadınlık üzerinden yargılanır.

5. İdeoloji, Vatandaşlık ve Ahlakın Üretimi

Siyaset bilimi açısından ahlak, bir ideoloji üretim aracıdır. Devlet, vatandaşını yalnızca yasa önünde değil, vicdan önünde de şekillendirir.

“İyi vatandaş” olmanın ölçüsü çoğu zaman ahlaki kurallara uyumla belirlenir.

Bu nedenle günahkâr olmak, sadece dinî değil, aynı zamanda siyasal bir statü kaybıdır.

İdeolojik sistemler, vatandaşın “doğru” davranışını tanımlarken ahlaki bir hiyerarşi kurar.

Bu hiyerarşinin en altında kalanlar —günahkârlar, sapkınlar, isyankârlar— sistemin “ötekileri” haline gelir.

Bu bağlamda “fâsık” kimliği, sadece bir dini kavram değil, aynı zamanda politik dışlanmışlık etiketidir.

Sonuç: Günah, Ahlak ve Gücün Sınırları

Her günahkâr fâsık mıdır?

Belki de soruyu tersinden sormalıyız: Her fâsık gerçekten günahkâr mıdır, yoksa sadece iktidarın ahlakına karşı duran bir birey midir?

Toplumsal düzenin sınırları, genellikle “ahlaki” gerekçelerle çizilir; ama bu sınırların kimin çıkarına hizmet ettiğini sorgulamak gerekir.

Bir vatandaşın sessizliği mi günah, yoksa iktidarın adaletsizliği mi fısk?

Bir kadın kamusal alanda söz aldığında mı günahkâr, yoksa sustuğunda mı mağdur olur?

Ahlak, siyasetin en sessiz ama en etkili silahıdır.

Ve belki de en büyük günah, bu sessizliği fark etmeden yaşamaktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

şişli escort
Sitemap
https://piabellaguncel.com/splash